İsrail bu savaşı kaldırabilecek mi?

T24 Dış Haberler 

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu önümüzdeki birkaç hafta içinde acil savaş bütçesi için parlamentodan nihai onayı almayı umuyor. Batı Şeria’daki yerleşimciler ve gençlerin bilim yerine Tevrat öğrendiği dini okullar için daha da fazla para içerecek bu bütçe, Netanyahu’nun bölünmüş siyasi koalisyonunu birleştirme çabasının bir parçası. Ama aynı zamanda geçmişten şaşırtıcı bir kopuşu da içeriyor. Ülkenin kurucularının sosyal demokrat olmaları nedeniyle İsrail’de uzun süredir cömertçe verilen günlük refah harcamaları, ülkenin silahlı kuvvetlerini finanse etmek için kesilecek. Bu kapsamda askeri bütçe 2023’ten 2024’e kadar neredeyse iki katına çıkacak. İsrail’in 70 küsur yıldır aynı anda hem cömert bir refah devleti hem de korkutucu bir ordu vaat eden yazılı olmayan toplumsal sözleşmesi tehdit altında, halk bu iki seçenek arasında tercih yapmak zorunda kalacak.

Ateşkesle ilgili tartışmalar devam etse de Netanyahu herhangi bir duraklamanın ancak geçici olacağını açıkça ifade etti. Ateşkes uzatılsa ya da kendisi görevden ayrılsa bile, ordunun daha güçlü olması için kamuoyunda geniş bir siyasi destek var. Öte yandan, savaş beklenenden daha pahalıya mal oluyor. Ekim ve Aralık ayları arasında İsrail ekonomisi bir önceki üç aya kıyasla yıllık bazda beşte bir oranında küçüldü. İsrail Merkez Bankası’nın öngördüğü küçülmenin iki katından fazla. Aynı dönemde, çoğu tahliye edilenler ya da yedek askerler olmak üzere 750 binden fazla kişi, yani işgücünün altıda biri işinden oldu. Geçtiğimiz ay derecelendirme kuruluşu Moody’s ülkenin kredi notunu ilk kez düşürdü. Tüm bunlar bir soruyu gündeme getiriyor. İsrail bu savaşı sürdürmeyi ekonomik olarak göze alabilir mi?

Sorunun temeli mali. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının arifesinde İsrail’in borç/GSMH oranı yüzde 60’tı ve bu oran çoğunlukla zengin ülkelerden oluşan OECD grubundaki ortalamanın oldukça altındaydı. Ekim’den Aralık’a kadar silahlı kuvvetler normal harcamalarına ek olarak 30 milyar şekel (8 milyar dolar) harcadı ki bu da GSMH’nin yüzde 2’sine denk geliyor. Üstelik bu bütçe sadece silahlı kuvvetler için bir artış değil; hükümet aynı zamanda tahliye edilen vatandaşları için konaklama, çeşitli izin programları ve yedek askerlere destek için de harcama yapıyor. İsrailli politika yapıcılar yüzde 66’lık bir borç oranının yönetilebilir olacağını düşünüyor. Netanyahu’nun bütçesi yıllık GSMH’nın yüzde 6,6’sı oranında bir mali açık hedefliyor ki bu da yaklaşık yüzde 75’lik bir borç oranı yaratmaya yetiyor.

Amerika ya da Japonya için böyle bir borçlanma çocuk oyuncağı gibi gözükebilirdi. Ancak söz konusu İsrail olduğunda, her zaman daha fazla çatışmanın kapıda olma ihtimali bulunuyor. Ülkenin teknoloji endüstrisi, belki de diğer bölgesel güçlerin dahil olduğu bir savaşta yara alırsa, ülkenin gelir vergisi gelirinin dörtte biri riske girecektir. İsrail en son 1973’teki Yom Kippur savaşı sırasında bugünkü ölçekte bir savaşa girdiğinde borç oranı yüzde 100’ü geçmiş ve bu da mali bir krize yol açmıştı. Merkez bankası nakit para bastıkça enflasyon 1985’e kadar yüzde 450’ye fırladı ve bankacılık sektörü çöktü. Dolayısıyla tahvil sahiplerini mutlu etmek için hükümetin manevra alanına ihtiyacı var.

Şimdi birçok kişi Netanyahu’nun bütçesinin çok cömert olduğundan endişe ediyor. Her ne kadar kriz dönemlerinde hükümetler işlerin yolunda gitmesi için borçlansalar da bunu mütevazı bir şekilde yapmaları akıllıca olacaktır. İsrail’in askeri harcamaları artırma arzusu göz önüne alındığında, giderler yakın zamanda savaş öncesi seviyelere düşmeyecektir. Sonuç olarak, hükümetin harcamalar yüksek kalırken borcu dengelemek için bir plana ihtiyacı var.

İsrail’in 2022’de aldığı vergi, gayrisafi milli hasılanın yüzde 33’üne tekabül etmekte olup, bu oran OECD ortalaması olan yüzde 34’ün hemen altında yer almakta. Ancak Netanyahu’nun bütçesi sadece mütevazı artışlar içeriyor. Katma değer vergisi bir puan artarak yüzde 18’e yükselecek; gelirler üzerinden alınan sağlık vergisi ise 0,15 puan artacak. Politika yapıcılar, kurumlar vergisinin yükseltilmesinin hareket kabiliyeti yüksek olan ve halihazırda işçi bulmakta zorlanan teknoloji sektörünün ülkeyi terk etmesine neden olacağından endişe ediyor. Bu gidişle hane halkına yönelik daha ağır vergiler tüketimi azaltma riski taşıyacak ve savaş nedeniyle zaten zor durumda olanlar için hayat daha da zorlaştıracaktır.

Bir şehrin hikayesi

Kudüs’ün banliyölerinde, üyelerini askere çağıran ve iş gelirlerinin düştüğünü gören seküler profesyonel aileler acı çekiyor. Özellikle Netanyahu’nun bütçesinden en çok etkilenen Arap mahallelerindeki pek çok kişi artık iş yerlerinde hoş karşılanmadıklarını belirtiyor. Oysa hemen birkaç kilometre ötede, askerlik hizmetinden muaf olan ve Netanyahu’nun daha cömert hale getirmek istediği yardımlara bel bağlayan ultra-Ortodoks haneler kemer sıkmak zorunda kalmadı.

Sektörler üzerindeki etki de benzer şekilde dengesiz. Teknoloji sektörü oldukça iyi dayanıyor. Hatta bazı firmalar yeni askeri sözleşmelerden faydalanarak kâr bile elde edebileceklerini düşünüyor. Birçoğu operasyonlarını yurtdışına taşıdı, bu da şirketlerin savaşta çalışanlarını kaybetmenin olasılığını azaltan bir faktör. Ülkenin en büyük siber güvenlik şirketlerinden biri olan Cyberark’tan Chen Bitan, “Üretkenliğimiz gerçekten de arttı” diyor. “Çalışanlarımıza savaşın ekonomi tarafından kazanılacağını söyledik” diye de ekliyor. Yerel teknoloji yatırımları düşmüş olsa da bu düşüş Avrupa’dakiyle hemen hemen aynı miktarda gerçekleşti; bu da teknoloji piyasasındaki durumun suçlusunun savaş olmadığını gösteriyor.

Ancak ekonominin geri kalanı sıkıntıda. İnşaat durma noktasında. Çiftlikler iş gücünün yarısından fazlasını kaybetti. Turizmle uğraşan şirketler de zarar görüyor. Ocak ayında Kudüs’ü bir yıl öncesine göre yüzde 77 daha az turist ziyaret etti.

Savaşın uzun süredir devam eden sorunları daha da kötüleştirmesi nedeniyle toparlanma süreci yavaş ilerleyebilir. Sorunların başında ekonominin düşük ücretli Filistinli işçilere bağımlı olması gelmekte. Batı Şeria İsrail’den savaş öncesindeki kadar çok mal ithal edebilir ancak 210 bin gündelik işçisi -ki bu İsrail’in işgücünün yüzde 5’ine denk geliyor- dışarı çıkamıyor. Bu işçilerin izinleri 7 Ekim’den sonra iptal edildi ve an itibariyle İsrail hükümeti onları geri almayı reddediyor. Bütün bunların yanında iftlikler, fabrikalar ve şantiyeler işçi sıkıntısı çekiyor. Fakat birçok sanayici iki arada bir derede kalmış durumda. “Filistinlilere ihtiyacımız var ama onlara bağımlı da olamayız” şeklinde görüş belirten sanayiciler olduğu söyleniyor.

İsrail’in işgücü piyasası haliyle zaten çok sıkı bir durumda. Yabancı işçi getirmek yavaş ve pahalı olduğu gibi sayıları da toplam nüfusun yarısından az. Ülkenin en hızlı büyüyen grubu olan İsrail’in Ortodoks nüfusundaki erkeklerin yarısı dini gerekçelerle çalışmayı reddediyor. Aralarından çalışmayı kabul edenler ise genellikle dini okullarda eğitim gördükleri için yetersiz eğitimli oluyor. Aynı durum, en yüksek ikinci doğurganlık oranına sahip topluluk olan Arap İsrailliler için de geçerli. Ocak ayında yeni kurallar askerlik süresini erkekler için 32 aydan 36 aya çıkararak işgücünü daha da azalttı.

Ekonomi zorlanırken borçlar da artmaya devam ederse işler daha da zorlaşacak. Ancak Yom Kippur savaşından sonra yaşananların tekrarlanması pek olası değil. İsrail’in bakanlıkları teknokratlarla dolu. Halk, güvenliğinin istikrarlı bir ekonomiye bağlı olduğunun farkında ve sorumsuz politikacıları görevden alma eğiliminde. Piyasalar da temerrüt ihtimalinin düşük olduğunu düşünüyor. Borçlanma hükümet için artık daha pahalı olsa da, başka yerlerdeki sorumsuz liderlerin ödediği göz yaşartıcı fiyatların çok altında. Piyasaların hükümete olan güveninin bir göstergesi olan kredi temerrüt takas oranları 7 Ekim’den sonra yüzde 0,5’ten yüzde 1,4’e yükselmiş ve daha sonra istikrar kazandı.

Piyasalar, İsrail’in borç ödemelerini azaltmak için enflasyonu serbest bırakmayacağına da neredeyse aynı derecede inanıyor gibi görünüyor. Zira ülkenin yıllık enflasyonu yüzde 3 ile Amerika’dan daha düşük ve yatırımcılar yıl sonuna kadar enflasyonun yüzde 0,4’e düşmesini bekliyor. Yom Kippur savaşından bu yana İsrail, şahin eğilimli, enflasyon hedeflemesi yapan bir merkez bankasına sahip oldu. 7 Ekim’den sonra Şekel’i desteklemek için 30 milyar dolar döviz rezervi harcadı (ve para biriminin daha fazla desteğe ihtiyacı olması halinde 170 milyar doları daha var). Şekel o zamandan beri neredeyse hiç hareket etmedi.

Yine de bir mali kriz olasılığı düşük olsa bile, bu durum ekonomik sancının önleneceği anlamına gelmiyor. Kriz daha farklı bir biçimde ortaya çıkacak: istikrarı garanti altına almak için gerekli olan daha fazla harcama kesintisi yoluyla. Sayın Netanyahu’nun koalisyonunu bir arada tutan para, başbakan olarak kaldığı sürece korunacaktır. Bunun yerine, savaş bütçesinin de gösterdiği gibi, İsrail’in refah devleti darbe alacak. OECD ülkeleri arasında en düşük işsizlik oranlarından birine sahip olmasına rağmen, ülke işsizlik yardımlarına en fazla harcama yapan beşinci ülke konumunda. GSMH’nin bundan daha fazlasını eğitime harcayan tek hükümetler Norveç ve İzlanda’da. Bu durum, tasarruf yapması gereken ve koruması gereken müttefikleri olan bir başbakan için tehlike içeren bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.


Metnin orijinali 5 Mart 2024 tarihinde The Economist’in internet sitesinde yayımlanmıştır. 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top